MERYEM 1 / 15 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِِ كهيعص {1}
ذِكْرُ
رَحْمَةِ
رَبِّكَ
عَبْدَهُ زَكَرِيَّا
{2} إِذْ
نَادَى
رَبَّهُ نِدَاء
خَفِيّاً {3}
قَالَ رَبِّ
إِنِّي
وَهَنَ الْعَظْمُ مِنِّي
وَاشْتَعَلَ
الرَّأْسُ
شَيْباً وَلَمْ
أَكُن
بِدُعَائِكَ
رَبِّ شَقِيّاً
{4} وَإِنِّي
خِفْتُ
الْمَوَالِيَ
مِن
وَرَائِي
وَكَانَتِ امْرَأَتِي
عَاقِراً
فَهَبْ لِي
مِن لَّدُنكَ
وَلِيّاً {5}
يَرِثُنِي
وَيَرِثُ مِنْ آلِ
يَعْقُوبَ
وَاجْعَلْهُ
رَبِّ رَضِيّاً
{6} يَا
زَكَرِيَّا إِنَّا
نُبَشِّرُكَ
بِغُلَامٍ
اسْمُهُ يَحْيَى
لَمْ
نَجْعَل
لَّهُ مِن
قَبْلُ
سَمِيّاً {7}
قَالَ رَبِّ
أَنَّى
يَكُونُ لِي
غُلَامٌ وَكَانَتِ
امْرَأَتِي عَاقِراً
وَقَدْ
بَلَغْتُ
مِنَ الْكِبَرِ
عِتِيّاً {8}
قَالَ
كَذَلِكَ قَالَ
رَبُّكَ
هُوَ
عَلَيَّ
هَيِّنٌ
وَقَدْ
خَلَقْتُكَ
مِن قَبْلُ
وَلَمْ تَكُ شَيْئاً
{9} قَالَ رَبِّ
اجْعَل لِّي
آيَةً قَالَ
آيَتُكَ
أَلَّا تُكَلِّمَ
النَّاسَ
ثَلَاثَ
لَيَالٍ
سَوِيّاً {10}
فَخَرَجَ
عَلَى
قَوْمِهِ مِنَ
الْمِحْرَابِ
فَأَوْحَى
إِلَيْهِمْ
أَن
سَبِّحُوا
بُكْرَةً
وَعَشِيّاً {11} يَا
يَحْيَى
خُذِ
الْكِتَابَ
بِقُوَّةٍ
وَآتَيْنَاهُ
الْحُكْمَ
صَبِيّاً {12} وَحَنَاناً
مِّن
لَّدُنَّا
وَزَكَاةً
وَكَانَ
تَقِيّاً {13}
وَبَرّاً
بِوَالِدَيْهِ
وَلَمْ يَكُن
جَبَّاراً
عَصِيّاً {14}
وَسَلَامٌ
عَلَيْهِ
يَوْمَ
وُلِدَ
وَيَوْمَ
يَمُوتُ وَيَوْمَ
يُبْعَثُ
حَيّاً {15} |
1. Kaf,
Ha, Ya, Ayn, Sad
2. (Bu)
Rabbinin kulu Zekeriya'yı rahmetle anışıdır.
3. Hani
o, Rabbine gizlice niyaz edip, yalvarmıştı;
4.
Demişti ki: "Rabbim gerçekten kemiklerim zayıflayıp gevşedi; ağarmış
saçıyla başım, alev alıp tutuştu. Rabbim, Sana duam sayesinde bedbaht olmadım.
5.
"Gerçekten ben arkamdan gelecek akrabamdan endişe ediyorum.
Hanımım da kısırdır.
Bundan dolayı bana lütfundan bir veli bağışla!
6.
"Ki bana da mirasçı olsun, Yakuboğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, Sen
onu rızanı kazanacak bir kişi kıl. "
7.
(Allah buyurdu): "Ey Zekeriyya! Gerçekten, Biz sana Yahya adında bir oğul
müjdeleriz. Bundan önce kimseye bu adı vermemiştik. "
8. Dedi
ki: "Rabbim zevcem kısır bir kadın, benim ise yaşlılıktan kemiklerim
kurumuşken nasıl oğlum olabilir?"
9.
(Melek) dedi ki: "Öyle (fakat); Rabbin buyurdu ki: Bu Benim için pek
kolaydır. Çünkü sen daha önce bir şey değilken seni yarattım. "
10.
(Zekeriyya): "Rabbim, bana bir alamet ver" dedi. "Senin alametin
sapasağlam olduğun halde insanlarla tam üç gece konuşamamandır" buyurdu.
11.
Mabedden kavminin karşısına çıkıp, onlara: "Sabah-akşam tesbih edin"
diye işaret etti.
12.
"Ey Yahya, kitabı tam bir kuvvetle al. " Biz ona hikmeti çocuk iken
verdik.
13.
Katımızdan ona bir kalp inceliği ve bir temizlik te verdik. O takva sahibi bir
kimse idi.
14.
Ana-babasına karşı itaatkardı. Büyüklük taslayan ve isyankar bir kimse değildi.
15.
Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde selam olsun
ona.
"Kaf, Ha, Ya, Ayn,
Sad." Surelerin başlarında (bu kabilden bulunan harflere dair) açıklamalar
önceden (el-Bakara, 1. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
BU SAYFADA
AŞAĞIDAKİ KONULAR DA VAR
1- Allah'ın Rahmeti: 2- Allah'ın Kulu Zekeriyya (a.s.): 3- Gizli ve Açık Dua: 1- Kemiklerinin Zayıflayıp Gevşediğini Zikretmesinin Sebebi: 2- Ağaran Saçlar 3- Dua Anının Adabı: |
1- Hz. Zekeriyya'nın Evlat Sahibi Olmak istemesinin Sebebi: 2- Peygamberlerin Mirası: 3- Kıraat Farkı ve Açıklamaları: 4- Hz. Zekeriyyanın Kısır Hanımı: 5- Duada Sözlerin Seçimine Dikkat: 6- Zekeriyya (a.s.)'ın Çocuk istemesinin Sebebi: 7- Çocuk istemek üzere Dua Etmenin Hükmü: |
1- ''Bana Mirasçı Olacak ... " 2- Yahya (a.s.)'ın Mirasçı Oluşunun Anlamı: 3- Zekeriyya (a.s.)'ın Ya'kub (a.s.) ile Akrabalığı: 4- Kendisinden Rabbin Razı Olduğu Kul: Yahya (a.s.): 1- ibadet Yeri (Mihrab): 2- Mihrabın Cemaatin Namaz Kıldığı Yerden Yüksek Olmasının
Hükmü: 3- Bu Ayet-i Kerimedeki Vahyin Anlamı: 4- işaret ve Yazının Hükmü: 5- Dilsizin Yazısının Hükmü: |
İbn Abbas "Kaf, Ha,
Ya, Ayn, Sad" ile ilgili olarak şunları söylemiştir: "Kaf" harfi
"Kafi"den, "ha" harfi "Hadi"den, "ya"
harfi "Hakim"den, "ayn" harfi "Halim"den,
"Sad" harfi de "Sadık"dandır. Bunu İbn Aziz el-Kuşeyri, İbn
Abbas'tan nakletmektedir. Anlamı da şudur: O mahlukatına kafi gelendir,
kullarına hidayet verendir. O'nun kudreti onların ellerinin üzerindedir. Onları
bilendir, vaadinde sadık olandır.
es-Sa'lebi bunu
el-Kelbı, es-Süddı, Mücahid ve edDahhak'tan nakletmektedir. Yine el-Kelbı şöyle
demiştir: "Kaf" Kerim, Kebir ve Kafi'den. "Ha" harfi
Hadi'den, "ya" harfi Rahim'den. "Ayn" harfi Alim ve
Azım'den. "Sad" harfi Sadık'tan gelir. Anlam birdir.
Yine İbn Abbas'tan şöyle
dediği nakledilmektedir: Bu, Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Ali
(r.a.)'dan da: Bu Yüce Allah'ın ismidir, dediği nakledilmiştir. O Ey Kaf, Ha,
Ya, Ayn, Sad, bana mağfiret buyur, dermiş. Bunu da el-Gaznevı zikretmektedir.
es-Süddı der ki: Bu Yüce
Allah'ın kendisi zikredilerek, kendisine dua edildiğinde istenenleri
bağışladığı, duaları kabul ettiği İsm-i A'zam'ıdır.
Katade ise bu, Kur'an'ın
isimlerinden bir isimdir, demiştir. Bunu da Abdu'r-Rezzak, Ma'mer'den, o da
Katade'den nakletmektedir.
Bunun surenin ismi
olduğu da söylenmiştir. el-Kuşeyrı'nin harflerin baş tarafları ile ilgili
olarak tercih ettiği görüş budur. Buna göre şöyle denilmiştir: İfade Yüce
Allah'ın: "Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad" buyruğu ile tamam olmaktadır. Bu
adeta surenin ismini bildirmek gibidir. Nitekim: Filan kitap yahut filan bölüm,
dedikten sonra maksada geçmen de buna benzemektedir.
İbn Ca'fer bu harfleri
mukatta' olarak (kopuk kopuk) okumuştur. Diğerleri ise vasl ile okumuşlardır.
Ebu Amr ise "he" harfini imale ile "ya" harfini de üstün
ile okumuştur. İbn Amir ve Hamza ise aksi şekilde okumuştur. el-Kisai, Ebu Bekr
ve Halef ise hepsini imale ile okumuşlardır. Medineliler, Nafi' ve başkaları
ise ikisi arasında okumuşlardır. Diğerleri ise fetha ile okumuşlardır.
Harice'den gelen
rivayete göre el-Hasen "kaf"ı ötreli olarak okurmuş. Başkaları da
onun "ha" harfini de ötreli okuduğunu nakletmektedir. İsmail b.
İshak'ın naklettiğine göre ise o, "ya "yı ötreli okurmuş.
Ebu Hatim der ki:
"Kaf", "ha" ve "ya" harflerinin ötreli okunması
caiz değildir.
en-Nahhas der ki:
Medinelilerin kıraati bu hususta en güzel yoldur. "Ha" ve
"ya" harflerinde de imale caizdir. el-Hasen'in kıraati ise bazı
kimselere açıklanması oldukça zor geldiğinden dolayı: Böyle bir kıraatin caiz
olmadığını dahi söylemişlerdir. Ebu Hatim bunlardan birisidir. Bu konuda kabule
değer açıklama ise Harun el-Kari'in yaptığı açıklamadır. O şöyle der: el-Hasen
ref'i işmam ile okurdu. Bu ise onu (sessiz olarak) ima ettiği (işaretle
gösterdiğini) anlamına gelir. Nitekim Sıbeveyh'in naklettiği gibi Araplar
arasından "salat ve zekat" derken "vav"a ima edenler
vardır. O bakımdan Mushaf'ta (bu kelimeler) "vav" ile yazılmışlardır.
Nafi', İbn Kesir, Asım ve Ya'kub da "sad" harfinin okunuşu esnasında
açıkça "dal"i de telaffuz etmişlerdir. Ebu Ubeyd'in tercih ettiği de
budur. Diğerleri ise bunu ("dal" harfini sonraki ayetin ilk harfi
olan "zel" harfine) idğam ile okumuşlardır.
[ - ]
"Bu, Rabbinin kulu
Zekeriyya'yı rahmetle anışıdır. Hani o Rabbine gizlice niyaz edip, yalvarmıştı.
" Buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Allah'ın Rahmeti:
2- Allah'ın Kulu Zekeriyya (a.s.):
3- Gizli ve Açık Dua:
1- Allah'ın Rahmeti:
"Rabbinin ...
rahmetle anışıdır. " Buyruğunda geçen: "Anış" kelimesinin merfu
oluşu ile ilgili üç görüş vardır. el-Ferra der ki: Bu "Kaf, Ha, Ya, Ayn,
Sad" ile ref edilmiştir. Ancak ez-Zeccac şöyle demektedir: Buna imkan
yoktur. Çünkü "Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad" Yüce Allah'ın Zekeriyya'ya dair
bize vermiş olduğu haberler cümlesinden değildir. Yüce Allah bize hem ona dair,
hem ona verilen müjdeye dair haber vermiş olmakla birlikte "Kaf, Ha, Ya,
Ayn, Sad" onunla ilgili kıssadan değildir.
el-Ahfeş ise şöyle
demektedir: ifadenin takdiri: Rabbinizin size kıssa olarak anlattıkları
arasında Rabbinin rahmetle anışı da vardır, şeklindedir.
üçüncü görüşe gelince:
Buyruğun anlamı: Size okumakta olduğu bu buyruklar Rabbinin rahmetle anışıdır.
Bir diğer görüşe göre
bunun merfu olması, bir mübtedanın takdiri dolayısıyladır. Bu Rabbinin rahmetle
anışıdır, demektir.
el-Hasen bu buyrukları;
"(...): "Rabbinin rahmetini hatırlattı" diye okumuştur.
Kur'an'dan okunan bu bölümler Rabbinin rahmetini hatırlattı, demektir.
Emir olarak;
"Hatırlat" şeklinde de okunmuştur.
"Rahmet"
kelimesi yuvarlak "te" ile yazılır. üzerinde vakıf yapıldığı zaman
"he" diye vakfedilir. Buna benzeyen bütün kelimeler de bu şekildedir.
Bu hususta nahivciler arasında görüş ayrılığı da yoktur. Bu konuda şunu gerekçe
gösterirler: Bu "he" (yuvarlak te) isimler ile fiilleri birbirinden
ayırdetmek için olup isimlerin müennesliğini gösterir.
2- Allah'ın Kulu
Zekeriyya (a.s.):
el-Ahfeş;
"Kulu" buyruğu "rahmet" kelimesi ile mansubtur, demiştir.
"Zekeriyya" kelimesi de ondan bedeldir. Bu da; "Bu Zeyd'in Amr'ı
dövüşünü anıştır" demeye benzer. Burada "Amr" kelimesi darb
(dövme) ile nasb edilmiştir. Nitekim "kulu" kelimesi de
"rahmet" ile nasb edilmiştir.
Burada takdim ve te'hir
olduğu da söylenmiştir. Anlamı da şöyle olur: Rabbinin kulu Zekeriyya'yı bir
rahmet ile anışıdır. Buna göre "kulu" kelimesi "zikr: anış"
ile nasb edilmiştir. Bunu da ez-Zeccac ile el-Ferra zikretmişlerdir. Bazıları
da ref ile; (...) diye okumuşlardır ki bu da Ebu'l-Aliye'nin kıraatidir. (Bu,
kulu Zekeriyya'nın Rabbinin rahmetini anışıdır, anlamında olur).
Yahya b. Ya'mer; (...)
şu anlamda olmak üzere nasb ile okumuştur: Bu Kur'an, Allah'ın kulu
Zekeriyya'nın rahmetini anmaktadır.
"Zekeriyya"
kelimesinin söylenişi ve kıraati ile ilgili açıklamalar, bundan önce Al-i İmran
Suresi'nde (37. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
3- Gizli ve Açık Dua:
'''Hani o, Rabbine
gizlice niyaz edip, yalvarmıştı" buyruğu: "Rabbinize yalvara yakara
ve gizlice dua edin. Gerçek şu ki, haddi aşanları sevmez" (el-A'raf, 55)
buyruğunu andırmaktadır ki, buna dair açıklamalar önceden (belirtilen ayet 1.
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Ayet-i kerimedeki
"nida" (mealde; niyaz etmek) dua ve rağbet anlamındadır. Yani o bu
şekilde ibadet ettiği mihrabında Rabbine seslenmişti. Buna delil de Yüce
Allah'ın: "O mihrabda durmuş namaz kılarken, melekler ona
seslendiler"(Al-i İmran, 39) buyruğudur.
Bu buyruk namazda iken
Yüce Allah'a niyaz ettiği gibi, duasının da o namazda iken kabul edildiğini
açıklamaktadır.
Bu dua ve niyazını niçin
gizli yaptığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe göre bunu yaşlanmış
olduğu bir dönemde çocuk sahibi olmayı dilediği için kınanmasın diye kavminden
gizli yapmıştır. Çünkü bu, dünyevi bir husustur. Eğer bu hususta ki isteği
kabul edilirse amacını elde etmiş olacaktı. Kabul edilmeyecek olursa bunu kimse
bilmeyecekti.
Bir diğer açıklamaya
göre o, bu duasını Yüce Allah'tan başka hiçbir kimse tarafından bilinmeyerek
ihlaslı olmak üzere böyle yapmıştır.
Bir başka görüşe göre:
Gizli ameller daha faziletli ve riyakarlığın karışma ihtimali daha bir uzak
olduğundan dolayı o bu yalvarışını gizli yapmıştı.
"Gizlice"
demek, gecenin ortasında, kavminden habersiz ve gizli olarak yaptı demektir,
diye de açıklanmıştır.
Hepsi ihtimal
dahilindedir. Birincisi daha kuvvetli görünmektedir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Daha önceden el-A'raf
Süresi'nde (az önce belirtilen yerde) duanın gizli yapılmasının müstehab
olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Bu ayet-i kerime bu hususta
açık bir nasstır. Çünkü şanı Yüce Allah bundan dolayı Zekeriyya (a.s.)'ı
övmektedir.
İsmail dedi ki: Bize
Müsedded anlattı, dedi ki: Bize Yahya b. Said, üsame b. Zeyd'den anlattı. O
Muhammed b. Abdu'r-Rahman'dan -İbn Ebi Kebşe'dir- o Sa'd b. Ebi Vakkas'tan, o
Peygamber (s.a.v.)'dan dedi ki: "Zikrin hayırlısı gizli olandır, rızkın
hayırlısı da yeterince olandır." Bu buyruk, umumidir.
Yunus b. Ubeyd dedi ki:
el-Hasen kunutta imamın sesini yükseltmeksizin dua etmesi, arkasında
bulunanların da amin demesi görüşünde idi. Sonra Yunus: "Hani o Rabbine gizlice
niyaz edip, yalvarmıştı" buyruğunu okudu.
İbnu'l-Arabi der ki:
Malik, kunutu gizli okur, Şafii ise açıktan okur. Kunut'u açıktan okumak daha
faziletlidir. Çünkü, Peygamber (s.a.v.) kunut duasını açıktan yapardı.
[ - ]
"Demişti ki:
Rabbim, gerçekten kemiklerim zayıflayıp gevşedi" buyruğu ile ilgili
açıklamalarımızı iki başlık (3) halinde sunacağız.
1- Kemiklerinin Zayıflayıp Gevşediğini
Zikretmesinin Sebebi:
2- Ağaran Saçlar
3- Dua Anının Adabı:
1- Kemiklerinin
Zayıflayıp Gevşediğini Zikretmesinin Sebebi:
"Demişti ki:
Rabbim, gerçekten kemiklerim zayıflayıp gevşedi" buyruğundaki:
"Gevşedi" kelimesinin üç harfi de harekeli olarak (üstün ile)
okunmuştur, zayıfladı demektir. Zayıflamayı anlatmak üzere; "Zayıfladı,
zayıflar, zayıflamak" fiili kullanılır. "Zayıf, zayıflamış
bulunan" demektir. Ebu Zeyd dedi ki: Bu fiil; (...) şekillerinde
kullanılır.
"Kemik"i söz
konusu etmesinin sebebi, kemiğin bedenin direği olmasından, bedenin onunla
ayakta durmasından, bedenin yapısının esasını teşkil etmesinden dolayıdır.
Kemik zayıflayıp gevşedi mi, bedenin sair kuvvetleri de buna bağlı olarak
zayıflar. Çünkü bedendeki en güçlü ve en sağlam odur. Bizzat kendisi gevşeyip
zayıflayacak olursa onun dışındakiler daha da gevşek olur.
Kemiğin ayette tekil
olarak zikredilmiş olması, tekilin cins anlamını vermesinden dolayıdır. Ayrıca
onun maksadı bedenin direği ve bedeni ayakta tutan, bedenin meydana geldiği
unsurların en sağlamı olanın zayıflayıp gevşemiş olduğunu anlatmaktır. Eğer
çoğul gelmiş olsaydı bir başka manayı kastetmiş olurdu. Çünkü onun kemiklerinin
bir bölümü değil, tamamı zayıflamışlardı. (Mealde bu manayı yansıtmak için
"kemikler" diye çoğul tercüme edilmiştir).
2- Ağaran Saçlar
"Ağarmış saçıyla
başım, alevalıp tutuştu" buyruğunda "baş" anlamındaki kelimenin
son harfi olan "sin''i, Ebu Amr, sonraki kelimenin "şın" harfine
idğam ile okumuştur.
Bu buyruk, Arap
dilindeki istiarelerin en güzellerindendir. Yanıp tutuşmak (iştial) ateşin
aydınlığının yaygınlaşması demektir. Ağarmanın başa yayılması buna
benzetilmiştir. Yani ben yaşlandım ve zayıfladım demek istemiştir. Burada yanıp
tutuşmayı saçın yeri ve saçın bittiği yer olan başa izafe ettiğini, buna
karşılık başı herhangi bir şeye izafe etmediğini görüyoruz. Çünkü muhatabın bu
başın Zekeriyya (a.s.)'a ait olduğunu bilmesi ile yetinilmiştir.
"Ağarmış saç ...
" kelimesinin nasb edilmesi iki şekilde açıklanabilir. Birincisi
mastardır. Çünkü "Yanıp, tutuştu" fiili, ağardı demektir. Bu
el-Ahfeş'in görüşüdür.
ez-Zeccac ise temyiz
olarak mansübtur, der. en-Nehhas der ki: el-Ahfeş'in görüşü daha uygundur.
Çünkü bu bir fiilden türetilmiştir. Onun mastar (meful-i mutlak) olması daha
uygundur.
Şeyb (saçın ağarması),
beyaz saçların, siyaha karışması demektir.
3- Dua Anının Adabı:
ilim adamları derler ki:
Kişi dua ettiğinde Yüce Allah'ın üzerindeki nimetlerini ve O'nun önünde alçak
gönüllü lüğü ne yakışır sözleri ifadelendirmesi müstehabtır. Çünkü Yüce
Allah'ın: "Gerçekten kemiklerim zayıflayıp, gevşedi" buyruğu ile Allah'ın
huzurunda alçak gönüllülük açığa vurulmaktadır. "Rabbim, Sana duam
sayesinde bedbaht olmadım" buyruğu da Yüce Allah'ın onun yaptığı duaları
lutfuyla kabul etmesini it iyat haline getirdiğini açığa vurmaktadır. Yani ben,
Sana dua ettiğimden dolayı bedbaht olmadım. Bu da: Ben, Sana dua ettiğim zaman
benim duamı boşa çıkarmadın, demektir. Bu da: Eskiden beri yaptığım duaları
kabul etmeye beni alıştırageldin, demektir. Bir iş için yorulup maksadını elde
etmeme halini anlatmak için de; "Bu iş için yorulup didindi maksadını elde
edemedi (bedbaht oldu)" denilir.
Birisinden
nakledildiğine göre; ihtiyaç sahibi kimse ondan bir istekte bulunurken: Ben
filan vakit kendisine iyilikte bulunduğun kimseyim, demiş. O da: Bize yine
bizim yaptığımızı vesile koyarak dilekte bulunan kimse hoş sefa geldi, demiş ve
ihtiyacını karşılamış.
[ - ]
"Gerçekten ben,
arkamdan gelecek akrabamdan endişe ediyorum, hanımım da kısırdır. Bundan dolayı
bana lütfundan bir veli bağışla!" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı yedi
başlık halinde sunacağız:
1- Hz. Zekeriyya'nın Evlat Sahibi Olmak
istemesinin Sebebi:
2- Peygamberlerin Mirası:
3- Kıraat Farkı ve Açıklamaları:
4- Hz. Zekeriyyanın Kısır Hanımı:
5- Duada Sözlerin Seçimine Dikkat:
6- Zekeriyya (a.s.)'ın Çocuk
istemesinin Sebebi:
7- Çocuk istemek üzere Dua Etmenin
Hükmü:
1- Hz. Zekeriyya'nın
Evlat Sahibi Olmak istemesinin Sebebi:
Yüce Allah'ın:
"Gerçekten ben arkamdan gelecek akrabamdan endişe ediyorum"
buyruğundaki: "Endişe ediyorum" fiilini Osman b. Affan, Muhammed b.
Ali ve Ali b. el-Huseyn (r.anhum) ve Yahya b. Ya'mer "hı" harfini
üstün "fe" harfini şeddeli "te" harfini esreli olarak;
şeklinde; "Akraba" kelimesinin "ya" harfini de sakin
(harf-i med şeklinde) okumuştur. Çünkü bu haliyle kelime, fiil dolayısıyla ref'
mahallindedir. Bu okuyuşun anlamı: Akrabalarım öldükleri için kesilmiş
bulunuyorlar, demektir.
Diğerleri ise
"hı" harfini esreli, "fe" harfini sakin, "te"
harfini ötreli olarak okumuşlardır. "Akraba" anlamındaki
"el-mevilli" kelimesinin "ya" harfini de nasb ile okumuşlardır.
Çünkü bu fiil dolayısıyla nasb mahallindedir. Burada "el-Mevilli"
kelimesi akrabalar, amcaoğulları ve neseb itibariyle ondan sonra gelen
asabedir. Araplar amca çocuklarına da "el-mevilli" derler. Şair der
ki:
''Yavaş geliniz
amcamızın çocukları, yavaş olunuz Mevalimiz (amca oğullarımız); Aramızda
defnedilmiş olan şeyleri eşelemeyiniz. "
İbn Abbas, Mücahid ve
Katade dediler ki: Malına mirasçı olmalarından, uzak akrabalarının mirasına
kanacaklarından ve çocuğundan başkalarının mirasını alacağından çekinmişti.
Bir kesim de şöyle
demiştir: Mevalisi (amca çocukları, uzak akrabaları) dini ihmal eden
kimselerdi. Ölümü ile dinin zayi olacağından korktu. O bakımdan kendisinden
sonra dinin gereklerini yerine getirecek birisini istedi. Bu görüşü ez-Zeccac nakletmiştir.
Bu görüşe göre malına
mirasçı olacak kimseyi dilemiş değildir. Çünkü peygamberlere mirasçı olunmaz.
Ayet-i kerimenin te'vili ile ilgili olarak bu iki görüşten sahih olanı da
budur. O (salat ve selam olsun ona) ilim ve nübüvvet bakımından mirasçı olacak
kimseyi dilemiştir, mal mirasçılığını değiL. Çünkü, Peygamber (s.a.v.)ın şöyle
buyurduğu sabittir: "Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız. Ne
bıraktıysak o sadakadır. ''
Ebu Davud'un Kitabı'nda
da şöyle denilmektedir: "İlim adamları peygamberlerin mirasçılarıdır.
Peygamberler miras olarak ne dirhem ne de dinar bırakmışlardır, onlar ilmi
miras bırakmışlardır." İleride "Bana da ... mirasçı olsun"
buyruğu açıklanırken, daha geniş açıklamalar yapılacaktır.
2- Peygamberlerin
Mirası:
Yukarıda zikredilen bu
hadis-i şerif müsned tefsir türündendir. Çünkü Yüce Allah: "Ve Süleyman,
Davud'a mirasçı oldu. "(en-Neml, 16) diye buyurmaktadır. Zekeriyya
(a.s)'ın da şöyle dua ettiğini bize nakletmektedir:
"Bundan dolayı bana
lütfundan bir veli bağışla ki bana da mirasçı olsun, Yakuboğullarına da mirasçı
olsun." Bununla umumun tahsisi de söz konusudur. Diğer taraftan Süleyman
(a.s), Davud (a.s.)'dan geriye bıraktığı herhangi bir malı miras almış
değildir. Ondan hikmeti ve ilmi miras almıştır. İşte Yahya da aynı şekilde
Yakuboğullarına mirasçı olmuştur. Kur'an te'vili bilgisinde yetkin kimseler
böyle açıklamışlardır. Bundan Rafıziler müstesnadır. Diğer bir istisna da
el-Hasen'den onun: "Bana" mal cihetiyle "Yakuboğullarına
da" peygamberlik ve hikmet bakımından "mirasçı olsun" şeklindeki
açıklamasıdır. Esasen, Peygamber (s.a.v.)ın buyruğuna muhalif olan her bir
görüş reddedilir ve terkedilir. Bu açıklamayı Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr)
yapmıştır.
İbn Atiyye der ki:
Müfessirlerin çoğunluğu Zekeriyya (a.s.)'ın mal bakımından kendisine mirasçı
olacak kimseyi istediği kanaatindedir. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Biz
peygamberler topluluğu miras bırakmayız" buyruğu ile umumu kastetmemiş
olması, aksine peygamberlerin çokça rastlanılan halini dile getirmek maksadıyla
söylenmiş olması ihtimali de vardır. Bunun üzerinde iyice düşünmek gerekir.
Bununla beraber Zekeriyya (a.s.)'a daha çok yakışan ve daha kuvvetli görülen,
onun ilim ve din bakımından kendisine mirasçı olacak kimseyi istemiş olmasıdır.
O takdirde burada mirasçılık istiare yoluyla kullanılmış olur. Nitekim o
"veli" talebinde bulunurken özel olarak bir evlat istemediğini
görüyoruz. Yüce Allah da ona bu isteğini en mükemmel şekliyle vermiş oldu.
Ebu Salih ve başkaları
derler ki: Yüce Allah'ın: "Yakuboğullarına da mirasçı olsun"
buyruğundan kasıt; ilim ve peygamberliktir.
3- Kıraat Farkı ve
Açıklamaları:
"Arkamdan gelecek.
.. den" buyruğunu İbn Kesir med ile, hemze ile ve "ya" harfini
fetha ile okumuştur. Yine ondan nakledildiğine göre o, kasr ile ve
"ya" harfini fetha ile (...) gibi okuduğu da nakledilmiştir.
Diğerleri ise hemze, med ve "ya" harfini sakin olarak okumuşlardır.
Kıraat alimleri
"Endişe ediyorum" fiilinin ilk harfinin -Osman (r.a)'dan
naklettiğimiz müstesna- esreli okunduğunu kabul etmişlerdir. Osman (r.a)'ın
kıraati ise hem "şaz"dır, hem de doğru olma ihtimali oldukça uzaktır.
Hatta kimi ilim adamı caiz olmadığı kanaatindedir. Bu ilim adamları şöyle
itiraz etmişlerdir: Kendisi daha hayatta iken, ölümünden sonra anlamında olmak
üzere nasıl "arkamdan gelecek akrabam kesilmiştir" diyebilir?
en-Nehhas der ki: Bu
kıraatin lehine şöyle bir te'vil mümkündür: O; "arkamdan gelecek"
ifadesi ile "ölümümden sonra" yı kastetmemiş olmalıdır. Bunun yerine
o vakitte arkasında bulunanları kastetmiş olabilir. Ancak bu da uzak bir
ihtimaldir ve o dönemde onların azalmış ve kesilmiş olduklarına dair bir delile
gerek vardır. Çünkü Yüce Allah onların: "Meryem 'in bakımını hangisi
üzerine alacak diye kalemlerini atarlarken ... " (AI-i İmran, 44)
buyruğunda, sayıca çok olduklarına delil teşkil eden ifadeleri bize bildirmiş
bulunmaktadır.
İbn Atiyye der ki:
"Arkamdan" zaman itibariyle benden sonra, demektir.
O bakımdan bu el-Kehf
Suresi'nde (79. ayetin tefsirinde) geçtiği üzere "vera: Arka"
kelimesinin burada da zaman hakkında kullanıldığını göstermektedir.
4- Hz. Zekeriyyanın
Kısır Hanımı:
"Hanımım da
kısırdır" buyruğunda sözü edilen hanımının adı Kabiloğlu Fakua kızı
İ'şa'dır. Fakuza kızı, Hanne'nin kızkardeşidir. Bunu et- Taberi demiştir. Hanne
ise daha önceden Al-i İmran Suresi'nde (35. ayet, 1. başlıkta) açıklandığı
üzere Meryem'in annesidir.
el-Kutebi der ki:
Zekeriyya'nın hanımı, İmran'ın kızı I'şa'dır. Bu görüşe göre Yahya, İsa
(ikisine de selam olsun)nın gerçek manada teyzesinin oğlu demektir. Öbür görüşe
göre ise annesinin teyzesinin oğludur. İsra'nın anlatıldığı hadiste ise,
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "". Orada iki teyze çocuğu
Yahya ve İsa ile karşılaştım." '' denilmektedir. Bu ise birinci görüşün
(el-Kutebi'nin görüşünün) lehine bir delildir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"Akir: Kısır";
yaşının ilerlemiş olması dolayısıyla doğum yapamayan kadın demektir. Yine buna
dair açıklamalar Al-i İmran Suresi'nde (40. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Bu kelime aynı zamanda yaşlılık söz konusu olmaksızın doğum
yapamayan kısır kadınlar hakkında da kullanılır. Yüce Allah'ın:
"Dilediğini de kısır bırakır" (eş-Şura, 50) buyruğu da bu manadadır.
Erkekler hakkında "akir" aynı anlamdadır. Amir b. et-Tufeyl'in şu
beyiti de bu türdendir:
"Ne kötü bir gencim
demektir; şayet bir gözü kör, kısır ve korkak isem, Her su başına gidildiğinde
(gidenlerin) önünde mazeretim ne olur!"
5- Duada Sözlerin
Seçimine Dikkat:
Zekeriyya (a.s.)'ın:
"Bundan dolayı bana lütfundan bir veli bağışla" sözleri bir dilek ve
bir duadır. Açıkça oğul ifadesini kullanmaması bunun halinden anlaşılması ve
hanımının kısırlığı dolayısı ile de böyle bir ihtimalin uzaklığı
dolayısıyladır.
Katade der ki: O bu
duayı yetmiş küsur yaşında iken yapmıştı. Mukatil ise doksanbeş yaşındayken
yapmıştı, demektedir. Daha uygun görünen budur. Çünkü o, kanaatine göre
yaşlılığından ötürü erkek çocuğunun olmayacağım zannetmişti. Bundan dolayı da:
"Benim ise yaşlılıktan kemiklerim kurumuşken ... " (8. ayet) demişti.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: O çocuk sahibi olmayı diledi. Daha sonra da bu çocuğun kendisine
mirasçı olacak yaşa gelinceye kadar yaşaması şeklinde duasının kabul edilmesini
istedi. Böylelikle çocuk sahibi olma isteği kabul edilirken bunun erken vefat
edip maksadın gerçekleşmemesi korkusundan bu şekilde dua etmişti.
6- Zekeriyya (a.s.)'ın
Çocuk istemesinin Sebebi:
İlim adamları derler ki:
Zekeriyya (a.s.)'ın çocuk istemesi dinini üstün kılmak, peygamberliğini
canlandırmak, ecir ve mükafatını kat kat arttırmak içindi, yoksa dünya için
yapılmış bir dua değildi. Rabbi de onu, dualarını kabul etmeye alıştırmıştı.
Bundan dolayı o: "Rabbim, Sana duam sayesinde bedbaht olmadım"
demişti. Yüce Allah'ın üzerindeki nimetlerini şefaatçı kılarak bu şekildeki bir
duası, güzel bir vesiledir. üzerindeki lütfunun daha bir çoğalmasını, lütfunu
dile getirerek istemektedir. Rivayate göre Cömert Hatem'in karşısına bir adam
çıkmış. Hatem ona: Sen kimsin? diye sorunca, o: Ben kendisine geçen yıl
iyilikte bulunduğun kişiyim, diye cevap verince, Hatem: Bizi ileri sürerek
şefaatçı kılan kimse hoş sefa geldi, diye cevap vermiş.
Zekeriyya (a.s.) izinsiz
olarak olağanüstü bir dilekte bulunmaya nasıl kalkıştı, diye sorulursa şu
şekilde cevap verilir: Peygamberler döneminde böyle bir duada bulunmak caizdir.
Nitekim Kur'an-ı Kerım'de de bu hususa açıklık getiren buyruklar vardır. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Zekeriyya ne zaman onun yanına mihraba
girdiyse, yanında bir rızık buluyordu. Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?
dedi. O da: Bu, Allah tandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir,
dedi." (Al-i İmran, 37) O bu olağan üstü durumu görünce artık duasının
kabul olunacağı doğrultusundaki umudu daha bir sağlamlaştı. O bakımdan Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim bana
katından çok temiz bir soy bağışla. Sen duayı işitensin, dedi. "(Al-i
İmran, 38)
7- Çocuk istemek üzere
Dua Etmenin Hükmü:
Birisi kalkıp dese ki:
Bu ayet-i kerime dua edip çocuk istemenin caiz olduğuna delildir. Halbuki yine Yüce
Allah bizleri mal ve evlat fitnelerinden sakındırmış, bunların sebep olacakları
çeşitli kötülüklere dikkatlerimizi çekerek şöyle buyurmuştur: ("Mallarınız
da, evlatlarınız da sizin için ancak bir fitne (sınama aracı)dır."
(et-Teğabun, 15) Yine şöyle buyurmaktadır: ("Muhakkak ki eşleriniz ve
evlatlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının.
"(et-Teğabun, 14)
Buna cevap şudur: Çocuk
sahibi olmak maksadı ile dua etmek daha önceden Al-i-İmran Süresi'nde (37.
ayet, 3. başlıkta) açıklandığı üzere Kitap ve sünnetten bilinen bir husustur.
Diğer taraftan Zekeriyya (a.s.) kayıtlı olarak dilekte bulunmuş ve: ''Çok temiz
bir soy" (Al-i İmran, 38) ile: "Rabbim, sen onu rızanı kazanacak bir
kişi kıl" diye dua etmiştir. Çocuk bu niteliklere sahip olduktan sonra
dünyada da, ahirette de anne-babasına faydalı olur. Böyle bir çocuk düşmanlık
ve fitne kapsamından çıkar, sevinç kaynağı ve nimete sebeb olma kapsamına
girer. Peygamber (s.a.v.) da hizmetçisi Enes'e şöylece dua etmiştir:
"Allah'ım, sen ona çokça mal ve evlat ver ve ona verdiklerini de mübarek
kıl.'' Böylelikle verdiklerini mübarek kılması için dua etmek suretiyle
çokluğun helake götürebilen türünden sakınmış olmaktadır.
İşte Allah'ın kullarının
çocuklarına hidayet vermesi hususunda Mevlalarına böylece niyaz etmeleri
gerekir. Dünyada da, ahirette de kurtuluşları için dua etmelidir. Bu yolla
peygamberlere (hepsine salat ve selam olsun) ve fazilet sahibi kimselere uymuş
olsun. Buna dair açıklamalar daha önceden Al-i İmran Suresi'nde (37. ayet, 4.
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
[ - ]
"Ki bana da mirasçı
olsun, Yakuboğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu rızanı kazanacak bir kişi
kıl!" buyruğuna dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- ''Bana Mirasçı Olacak ... "
2- Yahya (a.s.)'ın Mirasçı Oluşunun
Anlamı:
3- Zekeriyya (a.s.)'ın Ya'kub (a.s.)
ile Akrabalığı:
4- Kendisinden Rabbin Razı Olduğu Kul:
Yahya (a.s.):
1- ''Bana Mirasçı
Olacak ... "
"Bana da mirasçı
olsun ... da mirasçı olsun" buyruğundaki fiilleri Mekke'liler,
Medineliler, el-Hasen, Asım ve Hamza ref' ile okumuşlardır. Yahya b. Ya'mer,
Ebu Amr, Yahya b. Vessab, el-A'meş ve el-Kisai ise her iki fiili de cezm ile
okumuşlardır. Ancak bunlar Sibeveyh'in görüşüne göre: "Bağışla"
fiilinin cevabı değildirler. ifadenin takdiri: "Eğer onu bağışlarsan, o
bana da mirasçı olur ... da mirasçı olur" takdirindedir. Ancak birinci
görüş mana itibariyle daha uygundur. Çünkü o belli niteliklere sahip bir
mirasçı dilemişti. Yani, sen bana durumu ve nitelikleri bunlar olan bir veliyi
tarafından bana bağışla, demektir. Çünkü velilerden mirasçı olmayanlar da
vardır. O bakımdan o: Bana mirasçı olacak olanı bağışla, demiş olmaktadır. Bu
açıklamayı Ebu Ubeyd yapmış olup, cezm kıraatini reddetmiş ve şöyle demiştir:
Çünkü o takdirde cezm kıraati -şart cümlesi şeklinde-: Eğer Sen onu bağışlarsan
o da mirasçı olur, anlamında olur. Yüce Allah bunu ondan daha iyi bildiği halde
nasıl olur da böyle bir şeyi haber verdiği düşünülebilir?
en-Nehhas der ki: Bu
oldukça ileri seviyede bir delildir. Çünkü nahivcilere göre emrin cevabında
şart ve cevabı manası vardır. Mesela: Allah'a itaat et. O da seni cennete
sokar, denilir ve bu, eğer O'na itaat edersen seni cennete koyar, demek olur.
2- Yahya (a.s.)'ın Mirasçı
Oluşunun Anlamı:
en-Nehhas der ki:
"Ki bana da mirasçı olsun, Yakuboğullarına da mirasçı olsun" buyruğu
ile ilgili olarak ilim adamlarının üç türlü cevabı vardır: Buradaki
mirasçılığın nübüvveti miras almak olduğu söylendiği gibi, hikmeti miras almak
olduğu da söylenmiştir. Mal mirasçılığı olduğu da söylenmiştir.
Peygamberliği miras
almak şeklindeki görüşün kabul edilmesi imkansızdır. Çünkü peygamberlik miras
alınmaz. Eğer miras alınabilen bir şey olsaydı, bir kimsenin kalkıp: İnsanlar
Nuh (a.s.)'a mensubturlar. -Ki o mürsel bir nebidir- demesinin de doğru olması
gerekirdi.
İlim ve hikmet
mirasçılığı olduğuna dair görüş güzel bir görüştür. Hadis-i şerif'te de:
"İlim adamları peygamberlerin mirasçılarıdır" denilmiştir.
Malına mirasçı olma
görüşüne gelince, bu da imkansız bir şey değildir. Her ne kadar bazı kimseler,
Peygamber (s.a.v.)ın: "Biz miras bırakmayız, geriye bıraktıklarımız bir
sadakadır" hadisi dolayısıyla bunu kabul etmemiş iseler de, bu hadiste
bunun imkansızlığına delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü bir kimse bazen
kendisi hakkında çoğul kipiyle haber verebilir. Ayrıca bu hadis, bizim sadaka
olarak terkettiğimiz miras alınmaz, anlamında da yorumlanabilir. Çünkü,
Peygamber (s.a.v.) geriye kendisinden miras alınacak bir şey bırakmamıştır.
Onun geriye bıraktığı hayatta iken Yüce Allah'ın kendisine şu buyrukları ile
mübah kıldığı şeylerdir: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir
şeyin beşte biriAllah'a, Resulüne ... aittir. "(el-Enfal, 41) Çünkü burada
"Allah'a aittir"buyruğu; Allah yolunda harcanır, demektir. Resulullah
(s.a.v.) hayatta olduğu sürece onun maslahatına olan hususlar da Allah yolunun
kapsamı içerisindedir. Bazı rivayetlerde: "Biz peygamberler topluluğu
miras bırakmayız. Geriye bıraktığımız sadakadır" denilmektedir şeklindeki
itiraza gelince; Bu rivayet hakkında da her iki te'vil geçerlidir. Çünkü;
"Geri bıraktığımız" ifadesindeki (...) ism-i mevsul olup, (...)
anlamındadır. (Yani bizim sadaka olarak geriye bıraktıklarımız miras alınmaz).
Diğer yorum (ki onun kendisinden miras alınacak bir şey bırakmaması yorumu
olup) bu durumda olan bir kimseden miras alınmaz, şeklindedir.
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
dedi ki: Peygamber (s.a.v.)ın: "Biz miras bırakmayız. Geriye bıraktığımız
sadakadır" buyruğunun te'vili hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü
vardır: Birinci görüş -ki bu çoğunluğun kabul ettiği ve cumhurun benimsediği
görüştür- Peygamber (s.a.v.)ın bıraktıkları miras alınmaz, o geriye ne
bırakmışsa sadakadır. İkinci görüşe göre ise; Peygamberimiz (s.a.v.)a mirasçı olunmaz.
Çünkü Yüce Allah'ın ona verdiği özelliği dolayısıyla o malının tümünü
faziletinin daha bir artması için sadaka kılmıştır. Nitekim nikah hususunda da
Yüce Allah'ın kendisine mubah kıldığı, başkasına ise haram kıldığı özellikleri
vardır. Bu görüşü de aralarında İbn Uleyye'nin de bulunduğu kimi Basralı ilim
adamı benimsemiştir. Sair İslam alimleri ise birinci görüşü benimsemişlerdir.
3- Zekeriyya (a.s.)'ın
Ya'kub (a.s.) ile Akrabalığı:
"Ya'kuboğullarına
da" buyruğu ile ilgili olarak Ya'kub, İsrail'in kendisidir denilmiştir.
Zekeriyya (a.s.) da İmran kızı Meryem'in kızkardeşi ile evli idi. Onun nesebi
de Ya'kub (a.s.)'a ulaşır. Çünkü nesebi Davud oğlu Süleyman'ın soyundan gelir.
O ise Ya'kub'un oğlu Yehuda'nın soyundandır. Zekeriyya (a.s), Musa'nın kardeşi
Harun'un soyundandır. Harun ve Musa, Ya'kub'un oğlu Lavi'nin soyundan gelirler.
Peygamberlik de İshak oğlu Ya'kub kolundan idi.
Şöyle de denilmiştir:
Burada Ya'kub'tan kastedilen İmran b. Masan'nın kardeşi Ya'kub b. Masan'dır.
Masan ise Meryem'in babasıdır. İmran ile Ya'kub da Davud oğlu Süleyman'ın
soyundan gelirler. Çünkü Ya'kub ve İmran, Masan'ın oğullarıdır. Ma'san oğulları
da İsrailoğullarının başkanlarıdırlar. Bu açıklamayı Mukatil ve başkaları yapmıştır.
el-Kelbi der ki:
Ya'kuboğulları (Zekeriyya)nın dayıları idiler. Burada kastedilen Ya'kub, Masan
oğlu Ya'kub'dur. Hükümdarlık bunlarda idi. Zekeriyya ise Musa'nın kardeşi Harun
b. İmran'ın soyundan gelirdi.
Katade, Peygamber
(s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yüce Allah Zekeriyya'ya rahmet
buyursun. Kendisinin mirasçılarından ona bir zarar gelecek değildi. ''
"Ya'kub" ismi
Arapça olmadığından dolayı munsarıf değildir.
4- Kendisinden Rabbin
Razı Olduğu Kul: Yahya (a.s.):
"Rabbim, Sen onu
rızanı kazanacak bir kişi kıl!" Yani ahlakı ve davranışları itibariyle
kendisinden razı olunacak bir kişi olsun. Senin kaza ve kaderine razı olacak
bir kişi olsun diye de açıklandığı gibi; kendisinden razı olacağın salih bir
kişi olsun diye de açıklanmıştır. Ebu Salih de: Babasını peygamber kıldığın
gibi, kendisini de peygamber kıl, diye açıklamıştır.
[ - ]
"Ey Zekeriyya"
diye başlayan buyrukta bir hazf vardır. Yani Yüce Allah onun duasını kabul
buyurdu ve: "Ey Zekeriyya. Gerçekten, Biz sana Yahya adında bir oğul
müjdeleriz" buyurdu, demektir. Böylelikle bu müjde şu üç hususu ihtiva
etmiş oluyordu:
1. Duasının kabul
edilmesi: Bu bir keramet (üstünlük ve şeref)dir,
2. Ona oğul ihsan
edilmesi. Bu da bir güçtür.
3. İsminin yalnızca
kendisine has olması.
Ona bu adın verilişinin
anlamına dair açıklamalar daha önceden Al-i İmran Suresi'nde (39. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Mukatil dedi ki: Ona
"Yahya" adını verdi. Çünkü o yaşlı bir babanın ve kocamış bir hanım
olan bir annenin evladı olarak hayat bulmuştu, Ancak bu su götürür bir
açıklamadır, Çünkü daha önceden de belirtildiği gibi, Zekeriyya (a.s.)'ın
hanımı çocuk doğurmayan kısır bir kadın idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Bundan önce
kimseye bu adı vermemiştik. " Yani, Yahya'dan önce bu ismi kimseye vermiş
değildik. Bu açıklamayı İbn Abbas, Katade, İbn Eslem ve es-Süddi: yapmıştır.
Yüce Allah isim vermeyi anne-babaya bırakmamakla da ona lütuf ta bulunmuş idi.
Mücahid ve başkaları:
"Adaş" kelimesinin eş ve benzer anlamında olduğunu söylemişlerdir. Bu
da Yüce Allah'ın: "Onun adıyla anılan bir kimse biliyor musun?'' (Meryem,
65) buyruğuna benzemektedir. Burada bu kelime onun eşi ve benzerinin olduğunu
biliyor musun? anlamını vermektedir. Sanki bu kelime; "yücelikten" türetilmiş
gibidir. Ancak böyle bir açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır, Çünkü onun
İbrahim ve Musa (ikisine de selam olsun)dan faziletli olmadığı bilinen bir
husustur. Ancak Al-i İmran Suresi'nde de önceden açıklandığı gibi, seyyidlik,
hasurluk gibi özel bir takım hususlarda daha faziletli olduğunu söyleme hali
müstesnadır. Yine İbn Abbas der ki: Bu kısır kadınlar onun gibi bir evlat
doğurmadı, demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Yüce Allah burada
"öncelik" şartını koşmuştur. Çünkü ondan sonra ondan daha faziletlisini
yaratmayı murad etmiştir ki; o da Muhammed (s.a.v.)dır.
Bu ayet-i kerımeden
güzel isimlerin tercih edilmeye değer olduğuna delil vardır ve buna tanıklık
etmektedir. Araplar da isim koyarken bu yolu seçerdi. Çünkü bu gibi isimler
daha değerli ve dikkat çekicidir. Ayrıca bunların lakaplaştırılmaktan uzak olma
ihtimali de daha yüksektir. Nitekim şair şöyle demiştir: "İsimleri çok
güzel, kırmızı renkli elbiselerinin eteklerini de Aşağıya kadar sarkıtırlar,
saçakları yere değer. "
Ru'be nesebini soran
büyük neseb bilgini el-Bekrı'ye: Ben el-Accac'ın oğluyum, demiş. O da ona: Çok
özlü cevap verdin ve kendini çok iyi tanıttın, demiştir.
[ - ]
"Dedi ki: Rabbim
... nasıl oğlum olabilir?" Bu ifade, Yüce Allah'ın verdiği haberi kabul
etmemek anlamında değildir. Aksine kısır bir hanımdan ve oldukça yaşlı bir
kocadan bir çocuk dünyaya getiren Yüce Allah'ın kudretine hayret ettiğini ifade
etmek üzere söylenmiştir.
Bundan önce Al-i İmran
Süresi'nde (40. ayetin tefsirinde) geçtiği üzere başka türlü açıklamalar da
yapılmıştır.
"Benim ise
yaşlılıktan kemiklerim kurumuşken" yani oldukça yaşlanmış, son derece
kurumuş ve kaskatı kesilmiş bulunuyorken ... Bu anlamın bir benzerini; (...)
kelimesi vermektedir.
el-Asmai dedi ki:
"Kurudu ve katılaştı, kurur, katılaşır" demektir. (...) de tıpkı;
(...) gibi yaşı oldukça ilerledi ve kocadı, manasına gelir. (...) denilir ki;
büyüdü, yaşı ilerledi anlamındadır. Bunun da aslı; (...) şeklindedir. Çünkü bu
fiilin kökü "vav"lıdır. "Vav"ı "ya" ile
değiştirmişlerdir. Çünkü "ya" da "vav"ın kardeşidir ve
ondan daha hafiftir. (Bu surede) ayetler de "ya" harfleri ile
bitmektedir. Bu kelimeyi; (...) şeklinde okuyanlar kesre ve "ya" ile
birlikte ötreyi hoş karşılamadığından dolayı böyle kullanmışlardır. Şair der
ki: "Ancak küçük yaştakilerin özrü kabul edilebilir ama Zaman içerisinde
eskimiş ve zamanın yaşlandırdığı kimse mazur kabul edilemez. "
İbn Abbas; (...) diye
okumuştur. Ubeyy'in Mushaf'ında da böyledir. Ancak Yahya b. Vessab, Hamza,
el-Kisai ve Hafs ise "ayn" harfini esreli olarak; (...) diye
okumuşlardır. (...) kelimesi ile (...) kelimelerini de nerede olurlarsa
olsunlar böylece okumuşlardır. Hafs da özel olarak; (...) ötreli okumuştur.
Diğer kıraat alimleri de hepsini bu şekilde okumuşlardır, bunlar iki ayrı söyleyiştir.
(...) ın, çok katı
anlamına geldiği de söylenmiştir. O bakımdan oldukça katı kalpli olan hükümdar
hakkında; (...) denilir.
"Dedi ki: Öyle;
Rabbin buyurdu ki: Bu, Benim için pek kolaydır." Yani melek ona dedi ki:
"Öyle" buradaki "kef" ref' mahallindedir. Yani durum
böyledir, sana denildiği gibidir: "Bu, Benim için pek kolaydır."
elFerra onu yaratmak Benim için pek kolaydır, diye açıklamıştır.
"Çünkü Ben daha
önce" yani Yahya'dan önce "bir şey değilken seni yarattım. "
Medineliler, Basralılarla, Asım (...): Seni yarattım" diye okumuşlardır.
Diğer Kufeliler ise ta'zim anlamını vermek üzere "nun" ve
"elif" ile çoğul olarak; "Seni yarattık" diye okumuşlardır.
Ancak birinci kıraat Mushaf hattına daha uygun düşmektedir.
"Sen bir şey
değilken" yani Yüce Allah seni yokluktan sonra ve sen hiç bir şekilde var
değilken yarattığı gibi; Yahya'yı da yaratmaya var etmeye kadirdir.
[ - ]
"Rabbim, bana bir
alamet ver. " Bu duası ile meleklerin kendisine verdiği müjdeden sonra
hanımının gebe kalışına dair bir alamet istedi. Bunu Yüce Allah'ın kendisine:
"Çünkü sen daha önce birşey değilken seni yarattım" buyruğuna rağmen
istemesi, itmi'nanının daha da artması içindir. Yani bana bir alamet vermekle
nimetini tamamla, bu alamet nimeti daha bir arttırsın. Bana lütuf ve
ihsanlarını daha da çoğaltsın.
Şöyle de açıklanmıştır:
O Yahya'nın doğumu müjdesinin Yüce Allah'tan olup şeytandan olmadığını
kendisine gösterecek bir alamet istemişti. Çünkü bu konuda İblis ona bir vehim
vermişti. Bu açıklamayı ed-Dahhak yapmıştır; es-Süddi'nin açıklamasının manası
da budur. Ancak böyle bir açıklama su götürür. Çünkü Yüce Allah daha önceden
Al-i İmran Suresi'nde de geçtiği üzere, meleklerin kendisine seslendiğini haber
vermiştir.
"Senin alametin
sapasağlam olduğun halde insanlarla tam üç gece konuşamamandır" buyurdu.
Buna dair açıklamalar daha önceden Al-i İmran Suresi'nde (41. ayet, 1.
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bunları tekrarlamanın anlamı yoktur.
[ - ]
"Mabedden kavminin
karşısına çıkıp onlara: ''Sabah-akşam tesbih edin'' diye işaret etti"
buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- ibadet Yeri (Mihrab):
2- Mihrabın Cemaatin Namaz Kıldığı
Yerden Yüksek Olmasının Hükmü:
3- Bu Ayet-i Kerimedeki Vahyin Anlamı:
4- işaret ve Yazının Hükmü:
5- Dilsizin Yazısının Hükmü:
1- ibadet Yeri
(Mihrab):
"Mabed'den kavminin
karşısına çıkıp ... " Mihrab (ma'bed) onlar için namaz kılınan yerden daha
şerefli idi. Mihrab en yüksek yer ve oturulacak yerlerin en şereflisi idi.
Onlar yüksek yerlerde mihrab yaparlardı. Buna delil de ileride geleceği üzere
Davud (a.s.)'ın mihrabıdır. (Bk. Sad, 21. ayetin tefsiri) Bu kelimenin iştikakı
hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir kesim mihrab'dan ayrılmayan bir kimse,
şeytana ve şehvetlere karşı savaş verir gibi olduğundan dolayı, bu kelime
"harb"den alınmıştır, demektedir. Bir başka kesim de mihrab'tan
ayrılmayan bir kimse adeta yorulup didinen gibi olduğundan dolayı
-"re" harfi fethalı olarak- "el-hareb"den alındığını kabul
etmektedir.
2- Mihrabın Cemaatin
Namaz Kıldığı Yerden Yüksek Olmasının Hükmü:
Bu ayet-i kerime imamlık
eden kimsenin imamlık ettiği kimselerden daha yüksekçe bir yerde bulunmasının
namazlarında meşru olduğuna delil teşkil etmektedir.
Bu mesele hakkında çeşitli
bölgelerin fakihleri farklı görüşlere sahiptir.
İmam Ahmed ve başkaları
mimber kıssasını delil göstererek bunu caiz kabul ederken, Malik az miktardaki
yüksekliği değil de çok miktardaki yüksekliği kabul etmemekte, onun mezhebine
mensub ilim adamları kabul etmeyişini imamın büyüklenebileceği korkusu ile
gerekçelendirmektedirler.
Derim ki: Ancak bu
tartışılır bir konudur. Bu konuda en güzel rivayet Ebu Davud'un, Hemmam'dan
yaptığı şu rivayettir. Buna göre Huzeyfe, Medain'de bir dükkanda insanlara imamlık
yapmıştır. Ebu Mes'ud onun gömleğinden yakalayarak onu çekmiş, namazını
bitirince şöyle demişti: Sen onların bu işi yasakladıklarını -yahut bu işin
yasaklandığını- bilmiyor muydun? diye sorunca, Huzeyfe: Biliyordum, sen beni
çekince, bunu hatırladım, dedi.
Yine Adiyy b. Sabit
el-Ensarı'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Zanne derim Medain'de Ammar b.
Yasir ile birlikte bulunan bir adam bana anlattı. Namaz için kamet getirildi,
Ammar b. Yasir öne geçti. Bir dükkanın üzerine çıkarak namaz kıldı. İnsanlar
ise ondan daha aşağıda bulunuyordu. Huzeyfe öne geçti ve onu ellerinden
yakaladı. Ammar da ona tabi oldu. Nihayet Huzeyfe onu aşağı indirdi. Ammar
namazını bitirince Huzeyfe ona: Rasulullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken
dinlememiş miydin? "Bir adam bir topluluğa imam olacağı vakit onların
ayakta durdukları yerden daha yüksekçe bir yerde ayakta durmasın" veya
buna yakın bir ifade kullandı. Ammar dedi ki: İşte sen benim elimden
yakalayınca sana uymamın sebebi de budur.
Derim ki: İşte burada üç
tane sahabi bu işin yasaklandığını haber vermektedirler. Onlardan herhangi bir
kimse minber hadisini diğerine karşı delil göstermemiştir. Böylelikle bu, o
hadisin mensuh olduğunu göstermektedir. Bunun mensuh olduğuna delil teşkil eden
hususlardan birisi de şudur: Burada namazdan ayrı olarak fazladan bir amel
vardı. Bu da inip çıkmaktır. Namazda konuşma ve selam verip almanın nesh
olunduğu gibi, bu da nesh edilmiştir. Bu ise bizim mezhebimize mensub ilim
adamlarının gerekçe diye gösterdikleri, Peygamber (s.a.v.) kibire düşmekten
korunmuş idi, şeklindeki gerekçelerinden daha uygundur. Zira pek çok imamda
kibir bulunmamaktadır. Kimisi de sözü edilen minberin yüksekliğinin az olduğunu
da belirtip (Malikı mezhebinin görüşüne) delil diye göstermiştir. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
3- Bu Ayet-i
Kerimedeki Vahyin Anlamı:
"Sabah-akşam tesbih
edin diye işaret etti" buyruğundaki: "İşaret etti" kelimesi
el-Kelbı, Katade ve İbn Münebbih: Onlara işaret etti, diye açıklamışlardır.
el-Kutebi; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı yazdı, İkrime bir kitaba
yazdı, diye açıklamıştır. Arapça'da "vahiy" yazmak demektir.
Zu'r-Rimme'nin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Sahifelerin iç
taraflarında bir yazı (vahiy) kalıntısını Andıran o dört siyah at dışında ...
"
Antere de şöyle
demiştir: "Kisra döneminde kalmış sahifelerdeki bir yazı (vahiy) gibi ki
Onları açık-seçik konuşamayan bir Arap olmayana hediye etmiştir. "
"Sabah-akşam"
iki zarftır.
el-Ferra
"akşam" anlamındaki kelimenin müennesinin kullanılacağını ve müphem
olması halinde müzekkerinin de kullanılabileceğini ileri sürmüş, ayrıca;
"Akşam" şeklinin, (...) şeklinin çoğulu olabileceğini de söylemiştir.
4- işaret ve Yazının
Hükmü:
işaretin hükmüne dair
açıklamalar daha önceden Al-i imran Süresi'nde (41. ayet, 3. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
ilim adamlarımız bir
kimseyle konuşmamak üzere yemin edip de ona bir mektup yazan yahut bir elçi
gönderenin hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Malik dedi ki: AğızIa
konuşmayı niyet etmesi hali müstesna, yeminini bozmuş olur. Daha sonra bu
görüşünden dönerek: Mektup yazarken niyet taşımaz. Ancak mektup sahibine
ulaşmadan önce onu geri çevirmedikçe, yeminini bozmuş olur.
İbnu'l-Kasım der ki: O
şahıs mektubunu okuduğu takdirde yemin edenin yemini bozulmuş olur. Aynı
şekilde yemin eden kişi de hakkında yemin olunanın mektubunu okuyacak olursa
yine hüküm böyledir.
Eşheb der ki: Yemin eden
kişi mektubu okuyacak olursa yemini bozulmaz, bu açıktır. Çünkü onunla
konuşmadığı gibi kendisi de konuşmaya başlamamıştır. Ancak yemin ederken onun
sözünün manasını da bilmek istememek kastını gütmüş ise; o takdirde yeminini
bozmuş olur. İbnu'l-Kasım'ın görüşü de buna göre açıklanır.
Şayet, mutlaka onunla
konuşacağına dair yemin edecek olursa, ağızdan ağıza onunla konuşmadıkça
yemininin gereğini yerine getirmiş olmaz.
İbnu'l-Macişun der ki:
Eğer şunu bilirse mutlaka ona bildirecek yahut ona haber verecek, diye yemin
ederse ve bu maksatla ona bir mektub yazar yahut bir elçi gönderirse, yemininin
gereğini yerine getirmiş olur. Şayet o hususu ikisi de öğrenmiş olurlarsa, ona
bildirmedikçe yeminini yerine getirmiş olmaz. Çünkü her ikisinin de bilgisi
farklı farklıdır.
5- Dilsizin Yazısının
Hükmü:
Malik, Şafii ve
Kufeliler ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Dilsiz eliyle talakı yazacak olursa
bu, onun için bağlayıcı olur. Kufeliler derler ki: Ancak bu kimsenin günlerce
konuşması engellenmiş olan bir kişi olması müstesnadır. Bu kişi boşamayı yazı
ile bildirecek olursa hiçbir şekilde caiz olmaz.
Tahavi der ki: Dilsizlik
arizi olan konuşamamaktan farklıdır. Nitekim bir hastalık vb. sebebler
dolayısıyla arizi olarak bir gün yahut buna yakın bir süre cimadan aciz olmak
cimadan ümit kesilmiş acizlikten farklıdır ve kadının ayrılmayı tercih etmesi
hususunda deliliğe benzer.
[ - ]
"Ey Yahya! Kitabı
tam bir kuvvetle al!" buyruğunda hazfedilmiş ifadeler vardır. Anlamı
şudur: Sonunda onun bir oğlu oldu. Yüce Allah doğan çocuğa: "Ey Yahya,
Kitabı tam bir kuvvetle al" diye emir buyurdu. Bu ise kelamın delalet ettiği
bir ihtisardır.
"Kitab" tan
kastın Tevrat olduğunda görüş ayrılığı yoktur.
"Tam bir
kuvvetle" yani tam bir gayret ve ciddiyetle al, demektir. Bu açıklamayı
Mücahid yapmıştır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Maksat o kitabın bilgisidir. Onun iyice bellenmesi, gereğince amel edilmesidir.
Bu da emirlerine bağlanmak, onun yasaklarından uzak durmakla olur. Bu
açıklamayı Zeyd b. Eslem yapmıştır. Önceden de el-Bakara Suresi'nde (63. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Biz ona hikmeti
daha çocuk iken verdik." Bunun şer'i hükümler ve bunları bilmek olduğu
söylenmiştir. Ma'mer'in rivayetine göre çocuklar Yahya'ya: Haydi gel, seninle
oyuna gidelim, demişler. O da: Ben oyun oynamak için yaratılmadım, demiş. İşte
bundan dolayı Yüce Allah: "Biz ona hikmeti daha çocuk iken verdik"
diye buyurmuştur.
Katade de der ki: O
sırada iki ya da üç yaşında idi. Mukatil: üç yaşında idi, demektedir.
"Çocuk iken"
hal olarak nasb edilmiştir.
İbn Abbas dedi ki: Her
kim ergenlik yaşına gelmeden önce Kur'an'ı okuyabilirse işte o, çocuk iken
kendisine hikmet verilenlerdendir.
Bu ayet-i keri'menin
tefsiri ile ilgili olarak Abdullah b. Ömer yolu ile Peygamber (s.a.v.)'in şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kıyamet gününde bütün Ademoğulları günah
işlemiş olarak geleceklerdir. Ancak Zekeriyya'nın oğlu Yahya müstesna."
Katade dedi ki: Yahya
(a.s) küçük olsun, büyük olsun bir günah işleyerek asla Allah'a asi olmadığı
gibi, bir kadına da yaklaşmayı içinden geçirmemiştir. Mücahid dedi ki: Yahya
(a.s.)'ın yediği ot cinsinden şeylerdi. Yanaklarında göz yaşlarının değişmez,
sabit aktığı yolları vardı. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Yüce Allah'ın:
''Bir efendi, nefsini sakındıran ..." (Al-i İmran, 39) buyruğuna dair
açıklamalarda bulunurken geçmişti.
Yüce Allah'ın:
"Katımızdan ona bir kalp inceliği" buyruğundaki; (...); Kalp
inceliği"; "hikmet" anlamındaki kelimenin üzerine atfedilmiştir.
İbn Abbas'tan şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Allah'a yemin ederim ki ben "el-Hanan (kalp
inceliği)"in ne demek olduğunu bilmiyorum.
Müfessirlerin cumhuru
şöyle demişlerdir: el-Hanan şefkat, rahmet ve muhabbet demektir. Bu da kalbi
(ruhi) fiillerden bir fiildir.
en-Nehhas der ki: Hanan
kelimesinin manası ile ilgili olarak İbn Abbas'tan iki görüş nakledilmiştir.
Birisine göre bu, Yüce Allah'ın rahmet ile atıfette bulunmasıdır. Diğer
açıklamasına göre insanları küfür ve şirkten kurtarsın diye onun kalbine
verilen insanlara karşı rahmet ve şefkat duygusudur. Bunun aslı dişi devenin
yavrusuna şefkat ve özlem duyması demek olan; (...) dan gelmektedir. (...)''
şekillerinin aynı anlamdaki iki ayrı söyleyiş olduğu söylendiği gibi
ikincisinin, birincisinin tesniyesi olduğu da söylenmiştir. Ebu Ubeyde der ki:
Araplar rahmetini kastederek aynı anlamda olmak üzere; (...); Rabbim, şefkat ve
merhametini dilerim" derler. İmruu'l-Kays te şöyle demiştir: "Şemece
b. Cermoğulları keçilerini sağmak üzere karşılıksız verirler. (Bu hallere
düştük demek istiyor) Ey merhametliler merhametlisi, bize şefkat ve merhamet
eyle!"
Şair Tarafe de şöyle
demektedir: "Ey Ebu Münzir, bitirip tükettin (bizleri) bir kısmımızı
(hayatta bırak) hiç olmazsa; Artık şefkat ve merhametini dileriz; çünkü kimi
kötülük kimisinden daha hafiftir."
ez-Zemahşerı der ki:
"Kalp inceliği" burada anne babasına ve başkalarına atıfet ve şefkat duyarak,
merhamet etmek demektir. Sibeveyh de şu beyti zikretmektedir: "Dedi ki:
Benim bütün işim şefkat ve merhamet (hanan)dır; senin buraya gelmenin sebebi
ne? Bir akrabalığın mı var? Yoksa sen bu kabileyi tanıyan birisi misin?"
İbnu'l-A'rabı dedi ki: el-Hannan,
Yüce Allah'ın sıfatlarından birisidir. erRahim demektir. "el-Hannan"
ise atıfet ve rahmet demektir. Yine bu kelime rızık ve bereket anlamına da
gelir.
İbn Atiyye der ki:
Arapça da el-Hannan aynı şekilde Yüce Allah için, uğrunda katlanılan, göğüs
gerilen, büyük işler, zorluklar demektir. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in Bilal
hakkındaki sözlerinde de bu tabiri manada kullanmıştır: "Allah'a yemin
ederim. Eğer siz bu köleyi öldürecek olursanız. Ben onun kabrini
"hannan" edinirim. Bu haberi el-Herevı zikretmiş olup, şöyle
demektedir: Bilal ile ilgili hadiste de şöyle denilmektedir: Varaka b. Nevfel
onun yanından işkence görmekte iken geçti ve dedi ki: Allah'a yemin ederim.
Eğer onu öldürecek olursanız, ben onu hannan edinirim. Yani teberrüken gelir,
ellerimi ona sürerim.
el-Ezherı der ki: Yani
ben ona şefkat ve merhamet dilerim, onun için Allah'tan rahmet talep ederim.
Çünkü o cennetliklerdendir.
Derim ki:
"Hannan" atıfet demektir. Mücahid de böyle demiştir. Yine bu kelime
bizim ona atıfetirniz, meylimiz, yönelmemiz yahut ta onun bütün mahlukata
atıfeti ve meyli demektir. el-Hutay'a da şöyle demektedir:
"Bana merhamet
eyle! Herşeyin mutlak maliki sana hidayet veresice Şüphesiz her bir konuma
uygun söylenecek bir söz vardır. "
İkrime bunun muhabbet demek
olduğunu söylemiştir. Erkeğin hanımına şefkat ve merhamet duyması demek olan:
"hanne", birbirlerine karşı duydukları sevgiden dolayıdır. Nitekim
şair de böyle demiştir: "Şefkat ve merhamet, dedi; ne diye geldin buraya?
Senin bir aksaklığın mı var; yoksa kabileyi tanıyan birisi misin?"
"Bir temizlik de
verdik" buyruğunda geçen "zekat" temizlemek, bereket, hayır ve
iyilik yollarında arttırmak demektir. Yani, Biz onu insanların faydasına olmak
üzere mübarek kıldık. O onları hidayete iletiyordu. Şu anlama geldiği de
söylenmiştir: Şahidlerin bir insanı tezkiye edip temize çıkardıkları gibi, Biz
de ondan güzel övgülerle söz etmek suretiyle tezkiye ettik.
"Zekat"ın
burada onu anne-babasına sadaka olarak verdik, anlamında olduğu da söylenmiştir
ki bu açıklamayı İbn Kuteybe yapmıştır.
"O takva sahibi bir
kimse idi." Yani Yüce Allah'a itaat edendi. Bundan dolayı ne bir günah
işledi, ne de bir günah işlemeyi içinden geçirdi.
[ - ]
"Ana-babasına karşı
itaatkardı." Buyrukta "itaatkar" anlamı verilen
"elBen" "be"den sonra "elif" ile
"el-Barr" anlamındadır. Bu da iyiliği pek çok olan kimse demektir.
"Büyüklük taslayan
... bir kimse değildi." Büyüklük taslayan anlamındaki "cebbar"
büyüklenen kimse, demektir.
İşte bu buyruklar, Yahya
(a.s.)'ı yumuşak huyluluk ve alçak gönüllü olmakla nitelendirmektedir.
[ - ]
"Doğduğu gün de ...
selam olsun ona ... " Taberı ve başkaları selam'ın eman anlamında olduğunu
söylemişlerdir. İbn Atiyye der ki: Bence daha kuvvetli olan görüş şudur: Buradaki
selam bildiğimiz tahiyye (selam verme)dir. Bu emandan daha şerefli ve daha
üstündür. Çünkü isyankar olmadığı belirtilmek suretiyle zaten onun için eman
gerçekleşmiş olmaktadır. Bu da emanın asgarı derecesidir. Fakat asıl şeref
insanın son derece zayıf, muhtaç, çarelerinin oldukça az, gücü-kuvveti azametli
Yüce Allah'a muhtaç olduğu bir dönemde ve konumlarda Yüce Allah'ın ona selam
vermesidir.
Derim ki: Bu güzel bir
açıklamadır. Bu anlamdaki bir açıklamayı Yahya (a.s.)'ın öldürülmesi ile ilgili
olarak el-İsra Süresi'nde (7. ayetin tefsirinde) Süfyan b. Uyeyne'den zikretmiş
idik.
Taberi de el-Hasen'den
şunu nakletmektedir: İsa ile Yahya -ki teyze çocuklarıdırlar- birbirleriyle
karşılaştılar. Yahya, İsa'ya: Benim için Allah'a dua et çünkü sen benden
hayırlısın, dedi. İsa da ona: Hayır, asıl sen benim için Allah'a dua et, sen
benden hayırlısın. Çünkü Allah sana selam vermiş, ben ise kendi kendime selam
verdim. (Bu sürenin 33. ayet-i kerimesinde zikredilen hususa işarettir).
Kimi ilim adamı bu ayet-i
kerimeden selam hususunda Hz. İsa'nın daha faziletli olduğu sonucunu çıkartmış
ve bunu şöyle açıklamıştır: Onun kendi kendisine selam vermek hususunda nazının
kabul edilmesi ve bunu gerektirecek şekilde Yüce Allah nezdindeki üstün
mevkiinin muhkem olan bu Kitab'da halinin zikredilmiş olması; makamı itibariyle
kendisine selam verilmesinden daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır.
İbn Atiyye der ki:
Bunların herbirisinin kendisine uygun bir açıklaması vardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN